19 Mayıs 2017 Cuma

HESAP GÜNÜ



An itibariyle Avrupa basketbolu her ne kadar basketbol kalitesi açısından soru işaretlerine sahip olsa da yarattığı hikayeler yıllarca kulaktan kulağa yayılmaya devam edecek. Pazar akşamı belki de o hikayelerden en epik olanını izleyeceğiz. İyi kariyerlerini, zor yolu seçtikten sonra efsane statüsüne yükselten 2 isim. O efsane statüsünü 20 yıl arayla İstanbul’da kazanan 2 isim ve daha önemlisi 21 Haziran 2010’dan beri birbiriyle hiç konuşmayan 2 isim. Avrupa basketbolunun gördüğü en büyük koç Zeljko Obradovic ile Avrupa’nın gördüğü en büyük winner Vassilis Spanoulis; yılların hesabını Pazar günü, efsane statüsüne geçtikleri İstanbul’da kapatacaklar.

21 Haziran 2010 öncesi;

Zeljko’nun oyuncu olarak gayet tatmin edici bir kariyeri vardı. 31 yaşında Partizan’ın oyun kurucusu olarak Yugoslavya Milli Takım kampında olduğu sırada ona Partizan’ın koçluğu teklif edildi. Zeljko önündeki Eurobasket ile koçluk fırsatı arasında bir tercih yapmak zorundaydı, koçluğu seçti. Bunu Zeljko’dan başka yapacak kaç insan var kestirmek zor. Zeljko devraldığı Partizan’ı yaş ortalaması 22’nin de altında olan bir kadro ile İstanbul’da Euroleague şampiyonu yaptı. Hem de kimsenin şans tanımadığı bir dönemde. Djordjevic’in son saniye basketi sadece Partizan’ı Avrupa’nın en büyük kulübe yapmadı, Zeljko’yu da 32 yaşında bir efsaneye dönüştürdü. Daha sonra Badalona ve Real Madrid ile madalya koleksiyonunu geliştiren Zeljko 1999 yılında, daha sonra 2. evi olarak göreceği Atina’ya gitti. 1999’da başlayan serüven, 2000 yılında ilk meyvesini verdi. Euroleague finalinde Maccabi’yi yenen Panathinaikos şampiyon oldu. 1 sezon sonra mevcut karışıklıklar yüzünden Suproleague’de mücadele eden Panathinaikos bu sefer finalde Maccabi’ye kaybetti. 1 sezon sonra ise Euroleague tarihinin en kaliteli finalinde Messina’nın Bologna’sını yenerek madalya koleksiyonunu genişletti Zeljko. O yaz Bodiroga’yı Barcelona’ya kaptıran Panathinaikos’ta duraklama dönemi başladı. Bodiroga’nın Pesic ile Barcelona’yı ilk sezonunda şampiyon yapması, daha sonra Pesic’in takımda istemediği Saras’ın Maccabi’ye geçmesi ve Gershon önderliğindeki Saras-Parker-Vujcic üçlüsünün Avrupa’yı domine etmesi, Zeljko’yu her zaman gördüğümüz sahneden uzaklaştırdı. Yerel ligde sürekli Panathinaikos dominasyonu vardı ama Avrupa’da alıştığı günlerden uzaktaydı Panathinaikos. 2005/2006 sezonu öncesi gidişatı değiştirmeye kararlı gözüken Panathinaikos; Maroussi ile Yunanistan Ligi’nde adeta şov yapan 23 yaşındaki Vassilis Spanoulis ile anlaştı. Alvertis, Tomasevic gibi veteranların yanına Diamantidis, Lakovic, Spanoulis gibi potansiyelli ve enerjik kısaları monte eden Panathinaikos, TOP 8’in son maçında Serkan Erdoğan’ı durduramadı ve TAU’ya elendi. Bu Obradovic’in TOP 8 kariyerindeki ilk ve hala tek seri mağlubiyeti. Bunun travması ağır oldu. Taraftarın sevgilisi Lakovic, Final Four’un 2007 yılında OAKA’da yapılacağını bilmesine rağmen takımdan ayrılıp Barcelona’ya gitti. Hem GATE 13 hem de Zeljko Obradovic, Lakovic’i asla affetmedi. Aynı dönemde Spanoulis de takımdan ayrılıp Houston ile NBA şansını denedi. Spanoulis’in NBA kariyerinden akılda kalan tek şey Jeff Van Gundy ile olan efsane diyaloğuydu.
Spanoulis ‘’Koç ben Avrupa’nın T-MAC’iyim, bana daha fazla süre vermen lazım.’’
Jeff Van Gundy ‘’Ben zaten gerçek Tracy Mcgrady’e sahibim.’’

Yaşanan önemli ayrılıklara rağmen Panathianikos, OAKA’da Avrupa şampiyonu olmayı başardı. Obradovic 5 yıl sonra yine zirvedeydi ve bu sefer yanında Bodiroga değil Diamantidis vardı. 2007/2008 sezonu öncesi Spanoulis NBA kariyerini kısa kesip, Panathinaikos’a döndü. Hem de yanında Avrupa basketbolunun en önemli guardlarından Sarunas Jasikevicius da onunla birlikte geldi. İlk sezon büyük bir hayal kırıklığı oldu ve TOP 8 dahi oynayamadan elendiler. 2008/2009 sezonu ise her anlamda muhteşemdi. 3 guardlı sistemiyle Avrupa’da çığır açan Obradovic, dönemin süper gücü olan Messina’nın CSKA’sını yenerek şampiyon olurken Vassilis Spanoulis ise Final Four’un en değerli oyuncusu seçildi. 2009/2010 sezonu ise yine büyük bir hayal kırıklığına sahne oldu. TOP16’da Navarrolu Barcelona ve Vujosevic’in Partizan’ı ile aynı gruba düşen Panathinaikos yine erken havlu attı. Ancak bu süreçte Panathinaikos’un ligdeki dominasyonu sürekli kupalarla taçlandı. 2010 yazında serbest kalacak Spanoulis’e 3 yıllık gayet yüklü bir kontrat teklif etti Panathinaikos. Taraflar kontratın kusursuz olduğuna emindi ancak 21 Haziran 2010’da Spanoulis son prosedürleri düşünmek için kardeşinin düğününden sonra 2-3 güne ihtiyacı olduğunu söyledi Obradovic’e. Hikayenin 21 Haziran 2010’a kadar ait olan kısmı daha çok Zeljko Obradovic ve başarılarıyla ilgiliydi. 21 Haziran 2010 sonrası ise Avrupa basketbolunun kaderini başka biri çizmeye başladı.

21 Haziran 2010 sonrası:

Obradovic’in beklediği telefon bir türlü gelmedi. Panathinaikos’ta aradığı duygusal ortamı bir türlü bulamayan Spanoulis; menajerinin de etkisiyle bir başka Yunan devi Olympiacos’a transfer oldu. GATE13 ve Obradovic; Lakovic’ten sonra yine ihanete uğramıştı. Spanoulis ise 10 yılı aşkın süredir yaptığı tonla harcamaya karşın ligi ya da Euroleague’i kazanamayan bir rakibe gitmeyi tercih etmişti. İlk sezonda yani 2010/2011 sezonunda Olympiacos ağır favori olarak girdiği seride Siena’ya elenirken, Obradovic ve Diamantidis müzeye bir Euroleague kupası daha ekledi. Spanoulis tamamen kaybeden pozisyonunda gözüküyordu ancak işler sonraki sezon tersine döndü. İstanbul’da tarihin en güçlü CSKA Moskova’sını mağlup eden Olympiacos şampiyonluğa ulaştı. 1997’de David Rivers’ın getirdiği şampiyonluktan sonra bir ilkti bu. Aynı sezon ligi de alan Olympiacos 15 yıl sonra ilk defa iki kupayı kazanmış oldu. O sezon sonunda Zeljko, Panathinaikos’tan ayrıldı. Spanoulis ise Londra’daki finalde 2. yarı Real Madrid potasına 22 sayı atarak arka arkaya 2. şampiyonluğunu kazanmış oldu. Panathinaikos’tan ayrılıp Olympiacos’a gittiği ilk sezon karakterinden şüphe edilen Spanoulis, bir anda kıta basketbolundaki tüm dengeleri değiştiren adam oldu. 2013/2014 sezonunda Zeljko, Fenerbahçe ile anlaştı. Her ikisi için de can sıkıcı bir sezon oldu. 2014/2015 sezonunda ikilinin yolları bu sefer Madrid’deki final four’da kesişti. Spanoulis 2.’likle yetinirken, Zeljko 4. olarak tamamladı hafta sonunu. 2016’da ise Spanoulis TOP 8 bile yapamazken Zeljko özlediği Euroleague kupasını sadece 1 box out ile kaçırdı. Kader onları 21 Mayıs 2017’de, efsane oldukları yerde yani İstanbul’da karşı karşıya getiriyor. 21 Haziran 2010’dan beri beklenen o telefon çağrısının hesabı da PAZAR akşamı görülecek. Bakalım bu hesabı yıllarca Olympiacos’u yenerek kupa kazanan Obradovic mi yoksa Olympiacos’a geçişiyle beraber; Obradovic’in Panathinakios’ta kurduğu hanedanlığı yıkan Spanoulis mi söyleyecek. Sarunas Jasikevicius’un dediği gibi ‘’Asla Zeljko Obradovic’e karşı bahis yapmamalısınız.’’ Ancak eğer biri bu deliliği yaparsa emin olun o isim Spanoulis’ten başkası değildir. SAKAL eğer 21 Mayıs akşamı kazanırsa, hem Avrupa basketbol tarihinde Obradovic’e karşı bahis yapıp kazanan tek oyuncu hem de Euroleague tarihinin gelmiş geçmiş en büyük oyuncusu olacak. Artık söz 1992, 2005 ve 2012’de kupayı gönlünden geçen tarafa hediye eden, iki tarafın da kariyerini şekillendiren İstanbul’un.  

19 Nisan 2017 Çarşamba

USTALIK ESERİ


‘’Tribünler penetre edemez, oyun kuramaz, uzun savunamaz.’’ Bu cümle maçtan önce Fenerbahçe taraftarları arasındaki en yaygın cümlelerden biriydi. Keza Fenerbahçe maça bu tezi kanıtlayarak başladı. Özellikle ilk 6 dakikada Panathinaikos’a potayı göstermedi ve 16-8 öne fırladı. Ancak skor 16-8’ken Singleton’ın Vesely’e yaptığı blok ile tribünler canlandı ve hakemler baskı altına girdi. Bu süreçte serbest atış çizgisine istikrarlı bir şekilde gelmeyi başaran PAO, çeyreği 15-16 bitirdi.

  Hem taraftarın maçın içine girmesiyle hem de James/Bourousis’in oyuna ısınmasıyla beraber PAO hücumda ayrı bir boyuta çıktı. Bourousis’e sürekli yardım gelmesinin de etkisiyle Dixon/Nunnally/Datome gibi oyuncuların savunma zaaflarını kusursuz cezalandıran Pao, bir anda öne sıçradı. Özellikle yenen kolay basketler ve Rivers’ın zor şutlarının da girmesiyle beraber Fenerbahçe iyice oyundan düştü. Taraftarların da oyuna etki etmesiyle akıl tutulması yaşayan Fenerbahçe, Gabriel/Bourousis gibi bu seviyeler için olabilecek en kötü uzun savunma ikilisinden bile yararlanamayarak çeyreği 27-12, devreyi ise 42-28 geride kapattı.

   ‘’İnsan inandığı şeyler için büyük hatalar da yapabilir.’’ bu söz Dante’nin yazdığı İlahi Komedya’dan bir alıntı. İlk yarıda sadece 28 sayı atabilmesine rağmen Fenerbahçe, 3. çeyreğe Obradovic’in her zaman inandığı ama bu sezon genelinde beklenen verimi veremeyen Vesely-Udoh ikilisiyle başladı. Her ne kadar bu sezon hücumda birbirlerinin alanlarını kaplasalar da Fenerbahçe için tek çıkış yolunun bu ikilinin beraber oynaması olduğu bir kez daha ispatlandı. Hücumdaki tıkanıklığı çözmek için ise Dixon/Sloukas/Bogdanovic gibi üç top yönlendiriciyle çeyreğe başlayan sarı lacivertliler, bu beş ile 15-7’lik bir seri yakalayarak farkı 6 sayıya kadar indirdi. Bogdan’ın 3. çeyreğe Kobe modunda başlaması ve 3 top yönlendiricinin aynı anda sahada olması, Vesely-Udoh ikilisin hücum aksiyonlarını da hareketlendirdi. Özellikle bu süreçte geçen seneden aşina olduğumuz ancak bu sezon pek göremediğimiz Vesely/Udoh iş birliği çok etkili oldu. Maçın kırılma anı ise kesinlikle 3. çeyreğin bitimine 3 dakika kala Sloukas yerine Kalinic’in oyuna girmesiydi. Bir anda Bogdanovic-Kalinic-Vesely-Udoh gibi pozisyonlarına göre kalıplı ve Obradovic’in Fenerbahçe’de 2 sezondur kusursuz uygulattığı değişim temelli savunma için tüm şartlar uygun hale geldi. Bu dörtlüyle beraber Fenerbahçe hem kısaların karşısında yenilmedi hem de uzunların aksiyonları çok sınırlandırıldı. Bu noktada Udoh’un Bourousis’e yaptığı harika savunmanın da etkisi çok büyük.


       Maç sonuna kadar 1 dakikalık kısa bir süre hariç Bogdanovic-Kalinic-Vesely-Udoh dörtlüsünü bozmayan Fenerbahçe, eğer farkın 16 sayıya kadar çıktığı ve konsantrasyonların dağıldığı son 2 dakikayı saymazsak, 11 DAKİKADA SADECE 6 SAYI YEDİ. 11 DAKİKADA 6 SAYI. Aslında bunu açıklamak için Obradovic sihir yaptı vs tarzı boş güzellemelere gerek yok. Obradovic 2 sezondur sahada rakibine kolay geçilmeyen, switchlerle rakip kısaları hataya zorlayan bir oyun felsefesini cilalatıyor oyuncularına. Son 13 dakikada ise Bogdanovic’in üstün formu sayesinde hücumda tıkanma riskini göze aldı ve Kalinic/Vesely/Udoh’u aynı anda sahada tuttu. Dante’nin de dediği gibi her türlü riske karşı inandığı, kusursuz uygulattığı savunma stratejisinin en verimli varyasyonuna dönerek risk almaktan çekinmedi ve maçı kazandı.  Obradovic’in Fenerbahçe’de oturttuğu savunma sisteminin ustalık eseri oldu maç. Hücumda takımın tıkanmaması ise tamamen Kalinic ve Bogdanovic’in müthiş performansları sayesinde yaşandı. Bogdanovic 2. Yarıdaki performansıyla, Avrupa’da Llull-Teodosic-De Colo ile beraber en dominant kısa olduğunu bir kez daha dosta düşmana kanıtlamış oldu. Bu arada Kalinic, şut soktuğun gün bu kıtanın en değerli oyuncularından biri oluyorsun kardeşim. Artık şunları istikrarlı bir şekilde sok artık =))

22 Şubat 2017 Çarşamba

YENİ KİMLİK


   ‘’Kalabalık bir toplumun içindeydi. Başarısızdı.” Türk edebiyatının kült öykülerinden Beyaz Mantolu Adam bu tasvirle başlıyor. Aslında bu tasvir; Washington’ın 1980 sonrası globalleşmeye başlayan NBA’deki rolü ve önemi için de kullanılabilir. Washington Bullets, Bird/Magic öncesi NBA’in karanlık dönemi olarak anılan 1970’lerde kazandıkları tek şampiyonluk ve oynadıkları 3 finali saymazsak tam bir istikrarsızlık abidesiydi. Ancak 1970’lerde lige olan ilgi gerçekten çok azdı. Hatta 1977 yılında dönemin yayıncısı CBS, Portland’ın şampiyonluğundan sonra kupa seremonisini yayınlamak yerine golf yayınına geçmişti.

    1980’lerde genelde playoff oynayan ama kayda değer bir başarı elde edemeyen Wizards, 1990’larla beraber Playoff’u da unuttu. Wizards’ın her geçen gün marka değeri artan NBA’de kendine ciddi bir statü elde etmesi için 2002 yılına kadar beklemesi gerekiyordu. 2001/2002 Sezonu öncesi Michael Jordan’ı kadrosuna katan Wizards, bir anda NBA’in en popüler takımlarından biri haline geldi. O sezon oynadıkları 82 maçın 79’ü kapalı gişe oynandı ve NBA’in salonda en çok izlenen takımı oldular. 2002/2003 sezonunda da durumlar değişmedi. Wizards bu sezonda da NBA’in salonda en çok izlenen takımı olmayı başardı. Bu iki sezonda playoff yapamasalar da insanların Jordan etkisiyle NBA’de kendini statü kazanmayı başardı Wizards.


     Jordan’ın Washington’a getirdiği ilgi kısa zamanda başarıya dönüştü. Washington, NBA’in en sert çocuklarını; Arenas/Hughes/Caron Butler(2005 yazında geldi)/Jamison dörtlüsüyle 2005/2008 arası 3 sezon arka arkaya playoffa kaldı. Lebron’un liderliğini yaptığı Cleveland ile efsanevi seriler oynadı. Bu süreçte Arenas/Butler/Jamison üçlüsü toplam 7 kez All Star seçildi. Bu çekirdeğin dağılışı da oyuncuların karakterine uygun bir biçimde gerçekleşti.



      Javaris Crittenton, Georgia Eyaleti’nin en önemli genç yeteneklerinden bir tanesiydi. Atlanta’daki lise basketbolunun zirve yaptığı yıllarda, Dwight Howard ile birlikte lise takımını eyalet şampiyonu yapmıştı. Bunun yanı sıra lisede 3.5 GPA ortalamasıyla ne kadar çalışkan ve derslerine önem veren biri olduğunu da herkese göstermişti. Kolej olarak Georgia Tech’i tercih eden Javaris; tüm hayallerini de Atlanta’nın kendisini draft etmesi üzerine kurmuştu. 2007 Draftı’nın 11. Sırasına sahip Atlanta; Acie Law’u seçince Crittenton’ı da 19. Sıradan Lakers seçmişti. Aslında bu seçim Crittenton için sonun başlangıcı oldu. Atlanta tarafından seçilmemesi hiç şüphesiz yaralamıştı Crittenton’ı, sonuçta o bir Atlanta efsanesiydi. Lakers’ta istediği süreleri bulamayan Crittenton, Gasol takasının bir parçası olarak Memphis’e gitti ve orada da tutunamadı. En sonunda 2008-2009 sezonu öncesi üçlü bir takasla Washington’a gönderildi. Washington 3 sezon üst üste playoff yapan, istikrarı sağlamış bir organizasyondu. Ancak Javaris’in takıma katıldığı ilk sezon sadece 19 galibiyet alıp, büyük bir başarısızlığı imza attılar. Ancak takımı bitiren 19 galibiyetli sezon değil, 2009’un son haftalarında Arenas ile Crittenton uçakta kağıt oynarken tartışmaları oldu. Genelde NBA oyuncuları uzun ve yorucu uçak seyahatlerinde kağıt oynar. Ortaya ufak paraların konması da eğlence ve rekabeti arttırır. Ancak Javaris ile Arenas arasında 1000 dolar civarında bir meblağ yüzünden çıkan tartışma, ilerleyen günlerde Wizards soyunma odasına kadar taşmıştı. 3 tane silahı bulunan Arenas’a karşı Los Angeles’ta soyulduğu günden beri silah taşıyan Javaris’in tartışması büyük sorunlara yol açtı. NBA 2 oyuncuya da soyunma odasında silah bulundurdukları için büyük cezalar verdi. Bu berbat imajdan bir an önce kurtulmak isteyen Wizards takımın önemli bölümünü dağıttı. Javaris bugün nerede diye soracak olursanız, kendisi başka bir suç sebebiyle 2015’te 23 yıllık hapis cezasına çarptırıldı.

    Olaylı 2009/2010 sezonunda itibarını kaybeden Wizards, yol göstericisini bulmayı başarmıştı. Sezonu 29 galibiyetle kapatan Washington, draftta ilk sıradan John Wall’u seçti. Wall’un ilk sezonunda 30 galibiyetin altında kalan Wizards, 2011 Draftı’nda 6. Sıradan Jan Vesely’i ve 18. Sıradan Chris Singleton’ı seçen Wizards; yeniden yapılanma süreci boyunca sadece 2011 Draftı’ndan beklediğini bulmadı. Ancak Wizards’ın başka sorunları vardı. Özellikle Nick Young, Javale Mcgee, Andray Blatche gibi isimler takımın ciddiyetini ve oyuna olan saygısını bozuyordu. Zaten memur şehri olduğu için diğer takımlar gibi çok ateşli bir taraftar kitlesine sahip olmayan Wizards, sahadaki ciddiyetsiz oyun yüzünden takıma destek olanları da kaybetmek üzereydi. 2011/2012 sezonunda gereken önlemler alındı. Sezon öncesi Blatche takımdan ayrıldı. 2011/2012 sezonunun ilk ayında ise takımın başına, gençlerle olan iyi iletişimleriyle tanınan Randy Wittman getirildi. Bu sezon bitmeden Javale Mcgee de takas edildi. Washington lokavt yüzünden kısa süren sezonu sadece 20 galibiyetle kapatmasına karşın yol haritasına çizmişti: JOHN WALL’a takımın anahtarını teslim ettliler. 2012 Draftı’nda 3. Sıradan seçim yapan Wizards; Bradley Beal’ı draft ederek takımın temelini tamamladı. Beal’ın çaylak sezonu da Washington için iyi geçmedi. Sadece 29 galibiyet alan takım, aynı zamanda Vesely ve Singleton’ın etkisiz performanslarından şikayetçiydi. 2013 Draftı’nın 3. Sırasından Otto Porter’ı seçen Wizards böylece kendi büyük üçlüsünü kurmuş oldu. Sezonun başlamasına günler kala Phoenix’ten takas ile Marcin Gortat’i alan Washington, John Wall’a uyum sağlayacak uzunu da bulmuş oldu. Gortat; Washington’a gelmeden önce Phoenix’te Steve Nash ile beraber ikili oyunlarda ve tempolu hücumda etkili olabileceğini kanıtlamıştı. Kadrosunda Wall/Beal/Porter/Gortat gibi gelecekte takımın temeli olacak oyuncuların yanında Andre Miller/Trevor Ariza/Nene/Al Harrington gibi veteranları bulunduran Wizards, nihayet 6 yıl sonra playoffa kalabildi. Saha avantajına sahip olmamalarına rağmen ilk turda Chicago’yu elemeleri büyük ses getirdi. Konferans yarı finalinde Indiana’ya 4-2 elenmişlerdi ancak sorun yoktu. Ağaç meyve vermeye başlamıştı. Bu sezona dair tek sıkıntı Otto Porter’ın kötü performansıydı.

   
  2014-2015 sezonu öncesi Wizards hakkındaki beklentiler de yükseldi. Wall’un önderliğindeki Washington, veteran oyuncu sevdasından vazgeçmemişti. Sezon öncesi Paul Pierce ve Kris Humpries kadroya dahil edilmişti. Takımda Andre Miller, Drew Gooden, Nene gibi başka veteran isimler de vardı. Washington gençlerin enerjisiyle, veteranların tecrübesinin kombinlendiği bir takımdı. Bu sezonu da 50% galibiyet oranının üstünde bitiren Washington, yine playoffa kaldı. Saha avantajının Toronto’da olduğu seride, Toronto’yu süpürmeyi başardılar. Aslında bu serinin çok önemli iki sonucu daha oldu. Birincisi; 2 sezondur istenilen katkıyı veremeyen Otto Porter, Toronto serisinin ilk maçında Paul Pierce ile 3-4 oynamaya başlayınca katkısı çok arttı. O sezon sadece belirli sürelerde denenen bu kombinasyon Toronto karşısında bir strateji haline gelmiş ve Washington’ın Toronto’yu süpürmesini sağlamıştı. Bu seriyle beraber Otto Porter hakkındaki soru işaretleri de ortadan kalkmış oldu. İkinci önemli sonuç ise Washington’ın deplasman tarafı olmasına rağmen Wall’un önderliğinde ne kadar tehlikeli bir ekibe dönüştüğünü herkes gördü. Hatta Wall’un 100% sağlıklı olarak oynadığı konferans yarı finali ilk maçında Atlanta’yı deplasmanda yenmeyi başardılar. Daha sonra Wall elinden sakatlandı ve 3 maç kaçırdı. Bu süreçte de Beal direksiyona geçti. Beal, Wall’ın olmadığı 3 maçtan 1’ini takımına kazandırdı. Wall 5. maçla beraber seriye dönse de tam sağlığına kavuşamadı ve Atlanta’ya 6 maçta elendiler. Bu playoff döneminin Washington üstünde önemli etkileri oldu. Otto Porter’ın ve hatta tüm takımın Nene gibi eski nesil bir 4 numara yerine, dışarıdan şutu olan bir dört numarayla daha iyi performans göstereceği tescillendi. Bunun yanı sıra Wall/Beal/Porter üçlüsünün sağlıklı kaldığı sürece, Washington’ın 50+ galibiyet görebilecek bir çekirdeğe sahip olduğu anlaşıldı.

    2015-2016 sezonu öncesi Wizards; Doğu Konferansı finali için Cleveland’ın en önemli rakiplerinden biri olarak gösteriliyordu. Ancak işler istenildiği gibi gitmedi. Yıllardır taktik yönden zayıf olmasına rağmen özellikle oyuncularla iletişimi ve takımdaki problemleri büyümeden çözmesiyle bilinen Randy Wittman tamamen takımın kontrolünü kaybetti. Beal’ın sakatlıkları yüzünden sadece 35 maç ilk 5 başlayabildiği sezon Wizards için hüsrana dönüştü. Bu başarısız sezon Randy Wittman’ın da sonu oldu. Playoff potasının dışında kalan Washington’da Wall’un davranışları da değişti. Özellikle önceki sezonlarda örnek karakteri ve liderliğiyle sürekli övülen Wall asabi bir tavır sergilemeye başladı. Yaz döneminde ise Beal ile aralarında gerginlik olduğu, Wall’un NBA’de yeterince saygı görmediğini düşündüğü vs gibi birçok konu gündeme geldi. Bu sezonun tek artı yani sezon ortasında kadroya dahil edilen Markieff Morris oldu.


     
     Washington yönetiminin free agency dönemindeki en büyük hedeflerinden biri Washington doğumlu olan Kevin Durant’ti. Onun etkisiyle mi yoksa özellikle OKC’de genç oyuncuların tavanına ulaşmasına sağlamasıyla mı bilinmez, Wizards Scott Brook’u başa getirdi. Brooks daha sonra Wizards ile yaptığı 8 saatlik iş görüşmesinde Durant’in adının geçmediğini söyledi. Genelde takımın yapısı, beklentiler üzerine kafa yorulan bu toplantıda önemli bir karar alınmıştı. Bundan önce hem Wizards yönetimi hem de OKC döneminde Scott Brooks, kadrolarında soyunma odasında güçlü bir figür olabilecek veteran oyuncu bulunduruyorlardı. Bu toplantıda ise veteran konusu gündeme gelince Brooks, eğer çok özel bir veteran olmayacaksa takımın kontrolünü tamamen Wall/Beal ikilisine vermek istediğini söyleyip, yönetimi ikna etti. Sezona benchin ve Markieff Morris’in etkisiz performansıyla 6-12 ile başlayan Wizards; daha sonra Morris’in toparlanması ve hala NBA standartlarına göre çok zayıf olan benchin biraz kıpırdamasıyla oynadıkları son 37 maçın 28 tanesini kazanarak, konferans üçüncülüğüne kadar yükselmeyi başardılar. Benchten gelen tek istikrarlı katkının Kelly Oubre JR tarafından geldiğini belirtmek lazım. Özellikle Beal’ın uzun bir aradan sonra sakatlık problemi yaşamaması, John Wall’un eskisi gibi sadece saha içine konsantre olarak NBA’in en iyi 3-4 guardından biri olduğunu herkese tekrar hatırlatması, Otto Porter’ın hem 46.2% ile NBA’in en yüzdeli üçlük atan oyuncusu olup hem de savunmada açık vermemesi, Markieff Morris’in potansiyel bir problem olmaktan çıkıp günümüz 4 numaralarının tüm gerekliliklerini yerine getirmesi ve OCAK AYINDA DOĞU KONFERANSI’NIN KOÇU seçilen Scott Brooks’un yine gençler üzerinde gerekli saygı ve sevgi kazanması; bizlere Washington Wizards’ın yakın geleceğinin çok parlak olduğunu gösteriyor. Gelecek ne gösterir bilinmez ama Washington’ın ilk beşinin Toronto’dan aşağı kalır yanı olmadığını düşünürsek, benche yapılacak 1-2 hamle ile 2000’lerin ortasındaki Washington/Cleveland rekabeti tekrardan alevlenebilir.